“Gerginlik/savaş, barıştan kârlıdır… Barış ise savaştan tehlikelidir sisteme göre, çünkü barış; “nizamı” zorunlu amaç olarak görür ve bu nizam sistemi yorar… Ve insan; tarihi önemseyip takip etmez, sadece oyuncuların rollerini değiştirmesini izler, izlediğine de inanır…”
Evet insan kendi tarihini merak etmedi, önemsemedi, anlamaya çalışmadı hiçbir dönemde. Zira tarihe vakıf olabilseydi insan nesli önüne sunulan acı, savaş, ayrışma, çatışma, biz yerine sen-ben-o olma “dejavu”larını her seferinde kolay lokma olarak yutmazdı. İnsan neslinin dejavulara doyamaması üzerinden gelelim malum hepimizin canla başla destek verdiği Terörsüz Türkiye miladına. “Kırk yılı kırk tasa doldurup” hızlı bir şekilde boşaltmanın imkansız olduğunu her aklı selim bilir elbet.
Ve bu inşa sürecinin “dört bir yandan” desteğe ihtiyacı olduğunu,bu işin tek taraflı gitmeyeceğini, emek isteyeceğini, akıl-sağduyu-mantık çerçevesinde ilerleyebileceğini, eline-diline sahip çıkmak gerektiğini tekrar hatırlatmak isterim. Bilhassa da “akıl ve mantık” damlalarına ihtiyacı var ekilen “Yeni Türkiye Fidanı”nın. TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun davet ettiği isimlerin dinlenmesi ilk günlerde biraz sıkıntılıydı çünkü konuşmacıların bir kısmı “ortak pencereden değil kendi penceresinden” bakıyordu ve o pencerenin cümleleriyle konuşuyordu.
Başka bir kısmı da konuyu tam anlamıyla kavrayamamış olmaları nedeniyle “havada uçuşan” cümleler zikrediyordu. Neyse ki son süreçte rayına oturmaya ve elle tutulur sonuçlar elde edilmeye başlandı komisyon misafirlerine ilişkin. Komisyona beyan edilen fikirler arasında yer alan ve benim de bazı kesimler tarafından bazen işittiğim bir başlığa, siyaset bilimi merceği ve uzun yıllar emek verdiğim Doğu-Güneydoğu-Irak merceğim üzerinden bakmak istiyorum bugün. “Ana dilde eğitim” talebi geçmiş yıllarda olduğu kadar olmasa da halâ bir kesim tarafından zikrediliyor.
Bu talep sokaktaki vatandaştan ziyade belli bir kesim STK ve siyasetçi tarafından zikrediliyor. Vatandaş çerçevesinde ise durum çok daha farklı ve realist bir bakış açısıyla değerlendiriliyor. Vatandaş çocuğunun “dünyaya hitap eden bir vizyonda” eğitim almasını istiyor. İşin enteresan tarafı ise ana dilde eğitimi talep eden kesimin; eşi-çocuğu-ailesi-arkadaşları-komşuları ve daha her birey ile Kürtçe konuşmaması veya bilmediğinden dolayı konuşamıyor olmasıdır. Kürt bir anne bu durumu en net-objektif şekilde şöyle özetliyor; “çocuklarıma dair eğitim dili seçme hakkım olursa önceliğim İngilizce olur çünkü bu dili öğrenirse çocuğum dünyanın her yerinde yabancı olmaz, eğitimine devam eder ve iş bulur. Benim öğretemediğim ana dili devletten beklemek ne kadar mantıklı?
Ayrıca Kürtçe eğitim isteyenlere şunu sormak lazım; hangi yörenin Kürtçesi ile eğitim olacak? Hakkarili, Vanlı, Urfalı, Adıyamanlı, Mardinli,Diyarbakırlı ve diğer her şehir sadece kendi Kürtçesini bilir. Ben Hakkari’nin veya Van’ın, ya da Adıyaman’ın, Mardin’in, Diyarbakır’ın ve kendi memleketim dışındaki diğer şehirlerde konuşulan Kürtçeyi bilmiyorum, anlamıyorum, konuşamıyorum. Dışarıdan bakınca homojen bir dil olarak değerlendirilen Kürtçe kendi içinde onlarca farklı dil varmış gibi çeşitlilik gösterir. Ayrıca akademik Kürtçe diye bir dil geliştirildi. Bunun toplumda bir anlaşılırlığı yok. Ben de büyüklerim gibi anlamıyorum ve konuşamıyorum akademik Kürtçeyi. O halde sözü edilen ana dilde eğitim ‘kimin annesinin öğrettiği ya da hangi şehrin ana dili’ olacak?” Yeri geldiğinde sık sık söylüyorum; Iraklılar bölüne bölüne adeta tüm hücrelerine kadar ayrıştı yıllarca.
Sonra baktılar ki bölündükçe artan tek şey sadece sevgi imiş bunun dışında kalan her şey buhar olup uçuyormuş; elden, avuçtan, vatandan. Şimdi Iraklılar “bölünerek mutlu olmadık tekrar toparlanalım Irak şemsiyesi altında” demeye başladı. Sevginizi bölüşün, paylaşın, bölün, dağıtın lakin onun dışındaki bölmeler derin ve karanlık çukurlara götürür toplumları. Iraklılar şimdi şu mantıkta bakıyor hayata; farklılıklarımız zenginliğimiz fakat bizi ayakta tutan ve güçlü kılan ortak değerlerimiz baki kalmalı. Hatta Irak’ta gerçekleşen son nüfus sayımında ilk kez dini-mezhebi-etnik köken gözetilmedi ve “herkes Irak vatandaşı” olarak sayılarak kayda geçti.
Bu birleşme durumu bazı bölgelere geçmişte verilen “yerleşim hakkı” kriterini de rafa kaldırdı. Artık herkes istediği bölgeye yerleşebiliyor, oradan toprak-mal alabiliyor, oy kullanabiliyor. Özetle Iraklılar “heterojen cümleler eşliğinde aynı romanda buluşmak” istiyor şimdi. Türkiye’nin ihtiyacı olan tam da bu; heterojen cümleler eşliğinde Anadolu’ya dair destanları, aşkları, zaferleri, lezzetleri yazma vaktidir şimdi. Irak’ın U dönüşü yaptığı yola biz gidelim diyenlerin sesi on yıl öncesine göre zayıflasa da halâ küçük bir kesim bu konuda ısrarcı.
Yazımın başında paylaştığım; “insan neslinin geçmişini kavrayamadığı, dönemler ve roller değişse de dünya sisteminin aynı olduğu, savaşın barışa göre daha cazip olduğu ve insan doğasının nizama olan hasretini sadece biz olma bilincinin sona erdireceği” özeti üzerinden ana dilde eğitim meselesine bakınca aklıma Babil Kulesi efsanesi ve insan nesline verilen “farklı diller-ayrı kıtalar” cezası geldi. Vaktiyle aynı dili konuşuyormuş ve hep birlikte yaşıyormuş insan nesli.
Bu “birlik” durumu o toplumun her anlamda güçlenmesiyle birlikte Babil Kulesi’ni inşa etmesini de sağlamış. İnşa etmeye başladığı Babil Kulesi sayesinde göğe kadar yükselmeye başlayan insanın bu gücü karşısında tanrılar çok sinirlenmiş ve sonrasında onları cezalandırmış. Bir daha birleşip güçlenmesinler denilerek “binlerce dile ve farklı kıtalara sürgün edilmiş” insan nesli. Yani “farklı dillerde ayrışmak bir ceza” idi insan için. Bu ceza, sonrasında emperyalizmin Ortadoğu’da kullandığı güçlü bir silaha dönüştü ve Şarkiyatçılık çalışmaları ile dilde, dinde, mezhepte, kültürde, aşirette en küçük zerresine kadar bölündü insanlık, bilhassa da Ortadoğu’da.
Yapılan tüm uluslararası araştırmalar dünya üzerindeki tüm etnik dillerin “engellenemeyecek” şekilde giderek yok olduğunu gösteriyor. Bu yok oluşlarla birlikte Yeni Dünya Nizamı da kendi sistemini inşa ediyor elbette. Belki de önümüzdeki yüzyıl; aynı noktada, ortak kültürde, tek inanışta, tek dilde, sınırları olmayan ortak dünyayı inşa edecek. Ve işte o zaman belki de yeni bir Babil Kulesi’ni inşa etmeye başlayacak insan nesli. Sonra mı? Sonrası belli, yeter ki tarihi önemseyip öğrenmeli zira her şey tekerrür-den ibaret…