Kamu kaynakları, milletin ortak emeği ve alın teridir. Bu nedenle dağıtımı da adalet, şeffaflık ve rekabet ilkeleriyle yapılmalıdır. Ancak son yıllarda, bu ilkelerin zayıfladığı bir dönemi yaşıyoruz.
Artık birçok ihalede, rekabetin değil, “adrese teslim” anlayışının öne çıktığı görülüyor.
Şartnameler, belli kişi veya şirketlerin koşullarına göre şekilleniyor; ihaleye katılımı genişletmek yerine, sınırlayıcı hükümler konuluyor.
Özellikle Kamu İhale Kanunu’nun 21. ve 22. maddeleri çerçevesinde öngörülen “pazarlık usulü” ve “doğrudan temin” yöntemleri, olağan bir hale gelmiş durumda.
Oysa bu yöntemler, ancak gerçekten zorunlu ve istisnai durumlarda kullanılmalı. Aksi halde kamu yararı, rekabet ve verimlilik zarar görüyor.
Benzer bir tablo, finansman tarafında da karşımıza çıkıyor.
Kamu bankalarının bazı kredilendirme uygulamaları, toplumda “adrese teslim kredi” algısını güçlendiriyor.
KOBİ’lerin, üreticilerin ve esnafın ulaşmakta zorlandığı uygun finansman imkânları; çoğu zaman dar bir çevreye, sınırlı bir kesime yönlendiriliyor.
Bu durum sadece adalet duygusunu zedelemiyor, aynı zamanda ekonominin genel verimliliğini de düşürüyor.
Kaynağın doğru ellere ulaşmadığı bir düzende, üretim de istihdam da sürdürülebilir olamaz.
Kamu kaynaklarının dağıtımında temel ölçü, hak edenin desteklenmesi, rekabetin korunması ve şeffaflığın sağlanması olmalıdır.
Devletin görevi, güçlüye değil, üreticiye; bağlantılara değil, liyakate destek olmaktır.
Gerçek kalkınma, “adrese teslim” sistemlerle değil; adil, verimli ve şeffaf bir düzenle mümkündür.
Unutulmamalıdır ki:
Kaynak doğru yere gitmezse, ülke doğru yöne gidemez.