Bir odanın duvarına bile siner bazen yalnızlık! Duvardaki çatlaklardan sızar içeriye. Yastık-çarşaf yalnızlık kokar. Çaya şeker yerine yalnızlık atarsın. Duşa girer yalnızlıkla yıkarsın saçlarını.
Suyun tadı acır yalnızsan. Kuşlar yalnızlığa çırpar kanatlarını. Hele bir de kar yağmışsa… Kapatmışsa yolları… Dört tarafı yalnızlıkla çevrili kara parçasına mahkum oldun demektir… Kendine tahammül edememe sürecin başlar.Giydiğin hiçbir şey yakışmaz.Saçların bir türlü şekil almaz. Kalbin daha nazlı pompalar kanını. Nabzın yavaşlar .Göz kapakların ağırlaşır. Ama nafile. Uyku çoktan kaçıp gitmiştir bile… Güneşin doğuşu ötelenir.
Böyle zamanlarda umutsuzluk sarar yüreğimi. Nerden geldiklerini hiç bilemediğim çocukluk anılarım çıkar zihnimin kuytularından. Okul korosu, teneffüste atladığım ip, bayram sabahı giydiğim kırmızı babet… Hafta sonu piknikleri, ilkokul öğretmenim, Cin Ali ile Filin Hikayesi, başımın tacı annemin yaptığı tarçınlı kurabiyeler…
Eh artık aksın gözyaşları… Aksın. Çünkü bu efkar ağlamadan dağılmaz. Böyle geceler gözyaşında sürersin tekneni sabaha… Kuş uçar, yalnızlık geçer…
Sonunda elinde eve dönüş bileti. Rutubetli bir otogardan binersin otobüse… Eski hayatına doğru ilerledikçe camdan geriye bakmaya çalışırsın. Uzaklaştıkça her şey ufalır, silinmeye başlar gözlerinden. Tırnağından ojeyi siler gibi silersin yalnızlığı içinden.
Sarıkamış günlüğümden bir sayfa….